Tarihin Yön Değiştirdiği Hat: Mustafa Kemal’le İzmir’den Samsun’a

Doç.Dr.Mehmet ÇELİK

5/19/2025

Anadolu, Birinci Cihan Harbi’nin getirdiği yıkımın ve belirsizliğin ortasında kaldı. 1918 yılı Ekim ayının son günü, Ege Denizi’ndeki Mondros Adası açıklarında demirli bir İngiliz zırhlısında, Osmanlı ordularının komutanlarına bir ateşkes imzalatıldı. Akabinde, hiçbir direnişle karşılaşmadan İngiliz donanması, İstanbul limanına girdi. Böylece, 1453 Mayısı’nda Osmanlıların şehri fethetmesi ve Ayasofya’nın camiye çevrilmesinden bu yana Hristiyan dünyasında gizli gizli beslenen umut, uzun bir aradan sonra yeniden yeşermiş oluyordu. İstanbuldaki irade ise  İngiliz ve Fransız askerî varlığına karşı ciddi bir direniş belirtisi gösteremiyordu.

Bu koşullar altında Paris’e gelen ABD Başkanı Woodrow Wilson, yanındaki çantasında büyük idealler taşıyordu. Wilson, gizli anlaşmaları kabul etmeye yanaşmasa da, İngilizlerin, Fransızların ve İtalyanların ısrarlı diplomatik baskılarına fazla dayanamadı. Karşılığında, Osmanlı topraklarının bir kısmının "manda" statüsüyle Amerika’ya bırakılması önerildi. Hatta ABD’nin İstanbul'da manda yönetimini üstlenmesi fikri de gündeme getirildi.

Aynı günlerde Atina’da, “Büyük İdelal”in peşinde koşan bir başka isim tarih sahnesine doğru ilerliyordu: Venizelos. Daha gençlik yıllarından beri, yani 1880’lerde Atina Üniversitesi’nde hukuk eğitimi aldığı dönemden itibaren, bu düşüncenin ateşli bir savunucusuydu. Ona göre Yunan devleti, sadece mevcut sınırlarla yetinemezdi. Antik çağlardan kalan bir miras, tarihsel bir hak vardı ortada. Bu hak; Arnavutluk’tan Trakya’ya, İzmir’den Antalya’ya, Oniki Ada’dan Kıbrıs’a kadar uzanan bir coğrafyada geçerliydi.

O esnada İtalyanlar da sahadaydı. 1919 baharında, Antalya’nın güney kıyısındaki çeşitli şehir ve kasabalara küçük askerî birlikler gönderdiler. Ellerinde 1915 ve 1917 tarihli anlaşmalar vardı; hak iddia ettikleri toprakları yerinde sahiplenmek istiyorlardı. Ancak işler karmaşıklaştı. Nisan 1919’da, İzmir açıklarında bir İtalyan savaş gemisinin görüldüğü haberi ulaştığında, diplomasi zemininde büyük bir belirsizlik baş gösterdi.

Tam bu anda İngiltere Başbakanı Lloyd George, inisiyatifi ele aldı. Ne Clemenceau’ya, ne Wilson’a, ne Curzon’a, ne de Paris’teki İngiliz delegasyonuna danıştı. Doğrudan Venizelos’a döndü. “Yunan birliklerini İzmir’e çıkarmaya hazır mısınız?” diye sordu. Cevap zaten belliydi. Onay alınca da Fransızlara ve Amerikalılara, İtalyanları dışarda bırakarak, kısaca “güvenliği sağlamak amacıyla” Yunanların harekete geçtiğini bildirdi. İzmir artık yalnızca bir liman değil, uluslararası bir hesaplaşmanın vitrinine dönüşmüştü.

15 Mayıs 1919 sabahı İzmir’e çıkan Yunan birlikleri, şehirde beklenenin çok ötesinde bir gerilimin fitilini ateşledi. Rum halkı, askerî birliklerin arkasına sığınarak Türk komşularının evlerini ve dükkânlarını yağmaladı; karşı koymaya çalışan yaklaşık 400 Türk sivil ve asker hayatını kaybetti. Şiddet kısa sürede köylere ve kasabalara sıçradı.

Bu manzaraya rağmen Lloyd George geri adım atmadı. Aksine, Venizelos’a Anadolu’nun içlerine doğru ilerlemesi yönünde tam yetki verdi. Venizelos ise, her zamanki özgüveniyle, kısa sürede bölgede “düzeni sağlayacağı” sözünü verdi. Ağustos 1920’ye gelindiğinde Yunan birlikleri, İzmir’in 250 kilometre doğusuna kadar konuşlanmıştı. Lloyd George’un çevresine iç çekerek söylediği şu cümle tarihe geçti: “Şimdiye kadar her şey yolunda.” Ama o cümledeki duraksama, yaklaşan fırtınanın habercisiydi.

Ağustos 1920’de, Sevr kasabasında, Osmanlı temsilcileri “Barış Antlaşması” adını taşıyan ama aslında bir teslimiyet belgesini imzaladılar. Bir porselen fabrikasında imzalanan bu metin, imparatorluğun 600 yıl geriye itilmesini hedefliyordu.

Ancak tarih sahnesine çıkan bir başka isim, bu senaryoyu bozmak üzere harekete geçmişti. Çanakkale’nin kahramanı, ileride “Atatürk” adını alacak olan Mustafa Kemal, Sevr’e ve işgale karşı çıkarak millî direnişin öncüsü oldu. Selanik doğumlu bir Osmanlı subayı olarak, hem Balkanlar’daki yıkımı hem İstanbul’daki aşağılamayı bizzat yaşamıştı. İstanbul’dan İzmir’e gönderilmek üzereyken rotasını Karadeniz’e çevirdi. Samsun’a çıktığı 19 Mayıs 1919, yalnızca bir çıkış değil, bir milletin yeniden ayağa kalkışıydı.

İstanbul’un çağrısına karşı gelerek istifa etti. Erzurum’a geçti. Burada düzenlenen kongrede alınan kararlar netti: Vatan bölünemezdi, manda kabul edilemezdi, milletin iradesi üstündü. Ardından Anadolu’daki askerî birlikleri kendi saflarına çekmeye koyuldu. Antalya’dan Erzurum’a uzanan hatta yeniden bir ordu inşa etti.

Ve Türkler,  1921 Şubat’ında Fransız mevzilerine saldırdı. Yaklaşık 500 Fransız askeri yaralandı. Bu saldırılar, Sevr’in artık bir hayal olduğunu gösterdi. Ekim 1921’de Fransa, Anadolu’dan çekildi. İtalya ise daha önce bu kararı vermişti.

Sonunda karşı saldırı başladı. Sakarya Nehri kıyısından yükselen hareket, İzmir’e kadar ulaştı. Yunan ordusu bozguna uğradı. Şehirde kalan Rumların ancak küçük bir kısmı kaçmayı başarabildi. Böylece, tarihin rotasını değiştiren o büyük yürüyüş tamamlandı.